Category Archives: Kuzey Amerika

Karayibin Derinlikleri: Honduras

Kristof Kolomb, 1502 yılında yeni kıtaya doğru dördüncü kez sefere çıkar. Küba ve Jamaika adalarının arasından seyrederek Honduras’ın kuzey kıyılarına ulaşır. Burada gemileri için gerekli ikmali yapan Kolomb, Hint Okyanusu’na varacağını ümit ederek güneye inmeye ve bir geçit aramaya devam eder. Ancak bu rota, derin suları ve azgın dalgalarıyla mürettabatı canından bezdirir. Nikaragua’nın sığ ve sakin sularına güç bela varan Kolomb’un, gemilerini emniyete alınca şöyle söylediği rivayet edilir: “Gracias a Dios que hemos dejado estas honduras- Tarıya şükür o derinlikleri terk ettik”.  İşte Honduras ülkesi, adını bu hikayeden ve derin denizlerinden alıyor. Hatta Kolomb’un o tarihte güç bela geçmeyi başardığı, Honduras’ın doğu kıyılarının uzandığı bölgenin ismi de hala Gracias a Dios; yani, Tanrıya Şükür.

Doğrusu yazıma böyle bir giriş yaparken niyetim, hikayeye biraz hoşluk katmaktı. Zira konu Honduras olunca tanıtım için mutlaka güzellemeye ihtiyaç var. Yanlış anlaşılmasın; Honduras, doğasıyla, karma kültürüyle, tarihiyle zaten olağanüstü güzellikte bir ülke. Ancak yaşam koşulları nedeniyle uluslararası arenada çok kötü bir şöhrete sahip. Bir yer düşünün ki yıllardır “dünyada en fazla cinayet işlenen ülkeler” sıralamasında birinciliği kimseye kaptırmasın… Honduras Ulusal Otonom Üniversitesi UNAH’ın araştırmasına göre ülkede sadece 2012 yılında 7 bin 172 cinayet işlendi. 2011’de bu rakam 7 bin 104’dü. Birleşmiş Milletler araştırmalarına göre ülkedeki suç oranı 2005 ile 2010 yılları arasında iki katına çıktı. Kısacası Honduras bugün, suç denizinin derinliklerinde kaybolmuş durumda.

Honduras

Ülke yoksul, altyapı sınırlı, yollar kötü, ulaşım yetersiz. Bu nedenle Honduras, gezginler için konfrolu seyahat olanakları sağlayamıyor. Dolayısıyla burası,  rahatlıkla doğal bir turizm cenneti olabilecekken, turistlerin ziyaret etmeyi pek fazla tercih etmedikleri, tekinsiz bir diyar halini alıyor. Ve fakat, işte tam da bu noktada, maceraperest gezginlere gün doğuyor.  Karayip korsanlarının izini sürebileceğiniz tropikal adaları, el değmemiş yağmur ormanları, Maya medeniyetinin efsanevi kentlerinden Copan harabeleri ile Honduras, adeta keşfedilmeyi bekleyen gizli bir hazine gibi…

Futbol ve savaşın ülkesi

Eğer ülkelerin de insanlar gibi yazgıları varsa, bana göre bu savın en büyük kanıtlarından biri Honduras. Zira bu ülkenin tarihi, garip bir şekilde, top oyunları ve savaş bağlantısı üzerinden tekerrür etmiş.  Peki bu yazgı biz gezginleri neden ilgilendirsin? Anlatayım…

ABD, 19’uncu yüzyıl sonlarında, Güney Amerika’da yaptığı gibi Honduras’da da meyve, özellikle de muz üretim çiftlikleri ve fabrikaları kurar. ABD’nin Honduras’daki ticari ve politik etkileri 20’nci yüzyılda artarak devam eder. Bu dönemde çevre ülkelerden, özellikle de El Salvador’dan Honduras’daki üretim tesislerinde çalışmak üzere çok sayıda göçmen işçi gelir. 1969 yılına gelindiğinde Honduras, dışa bağımlı endüstrileşme nedeniyle büyük bir ekonomik sıkıntı yaşamaktadır. Dönemin Honduras Başkanı Oswaldo Lopez Arellano, ekonomik sorunların sebebi olarak 1969’da sayıları 300 bine ulaşmış olan El Salvadorlu göçmenleri gösterir.

Kaderin cilvesi bu ya, bu ithamdan kısa bir süre sonra El Salvador futbol takımı, 1970 FIFA Dünya Kupası ön elemeleri için Honduras’a maç yapmaya gelir. El Salvador ve Honduras arasında yıllardır süregelen sınır sorunlarının da bulunması ortamı iyice gerginleştirmiştir. Önce Honduras’da gerçekleşen futbol maçında, akabinde de El Salvador’da oynanan rövanş maçında gerginlik tırmanır ve ölümler yaşanır. Bu olaylar El Salvador ordusunun Honduras’a girmesiyle neticelenir ve her ne kadar sebebi futbol olmasa da iki ülke arasındaki bu savaş tarihe “Futbol Savaşı” olarak geçer. 100 gün süren savaş, Honduras’da yaşayan El Salvadorluların kitleler halinde ülkeyi terk etmelerine yol açarken, iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmesi ve yasal sınırın belirlenmesi için 1998 yılını beklemek gerekecektir.

copan top sahasi
Copan top sahasi

Garip bir biçimde Honduraslıların ataları da, günümüz futboluna benzer bir top oyununda ölüm-kalım savaşı veriyorlardı. Kadim Maya medeniyetinin en görkemli kalıntılarının yer aldığı Honduras’daki Copan kenti, nice savaşların yaşandığı bu antik top sahasına ev sahipliği yapıyor. Yalnızca bu spor kompleksi bile, seyyahların Honduras’ı  ziyaret etmeleri için yeterli bir neden… Copan kenti,   zamanında Orta Amerika’da Meksika’nın güneyi, Guatemala, Belize ve Honduras’ın kuzeyinde hüküm sürmüş olan Mayaların en kudretli şehir devletlerinden biriydi. Top oyunu ise, bu ihtişamlı şehrin hem en büyük eğlencesi hem de en önemli dini ritüeliydi. Seyircilerin oturması için düzenlenmiş iki piramit binanın arasında kalan diktörtgen bir taş sahada, dizler ve dirsekler kullanılarak kauçuk bir topla oynanan bu oyun sonunda, kaybeden takım kimi zaman ölümle cezalandırılıyordu.

Elbette Copan Maya kentinin ünü yalnızca bu top sahasından kaynaklanmıyor. Bu alanda bulunan piramitler, su yolları ve heykeller Maya medeniyetinin en görkemli eserlerinden sayılıyor. Copan Mayaları, nereden geldiklerini, kenti nasıl kurduklarını, efsanelerini, hanedanlarını, yaptıkları savaşları, kısacası yaşamlarına ilişkin her türlü detayı buradaki piramit ve heykellere ince ince yazmışlar, işlemişler. Bu yapıların işlemeleri öylesine güzel ki, arkeologlar Copan harabeleri için “Maya kentlerinin Paris’i” diyorlar.

Copan-Ruinas-Maya-Uygarligiras

Ülkenin batısında, Guetamala ve El Salvador sınırına yakın olan bu Maya harabelerini ziyaret etmek isteyenler, kalıntıların iki kilometre uzağındaki Copan kasabasının şirin pansiyonlarından birinde konaklayabilirler. İspanyollar döneminden kalma bu küçük kasaba, klasik kare meydanı, meydana bakan beyaz katedrali, kaldırım taşlarıyla döşenmiş dar sokakları, meşhur Honduras purolarının da satıldığı hediyelik eşya dükkanları ve yerel lezzetleri tadabileceğiniz ufak lokantalarıyla gerçekten de sevimli bir yerleşim yeri. Kovboy şapkaları, çizmeleri ve bazen de bellerinde tabancalarıyla dolaşan yerel halkın arasına karışmak için ideal bir yer.

Balina köpekbalığının izinde

Honduras’ın gezginler için en önemli cazibe merkezlerinden biri de Karayip sahillerinde yer alan Bay Adaları. Paya yerlilerinin (evet Maya değil, Paya) memleketi olan bu adalar, geçmişte İngilizler tarafından kolonileştirilmiş. İngilizlerin Afrika’dan getirdikleri köleler, Paya yerlileri ve Avrupalıların karışarak Garufina isimli, kendilerine özgü bir kültür meydana getirdikleri Bay Adaları, yüzyıllar boyunca Karayip korsanlarının da yuvası olmuş. Cam gibi berrak denizi, kumsalları, palmiyeleri ve mercanlarıyla bu takım adalar adeta birer tropikal cennet.

Aslında Karayipler’de Bay Adaları gibi pek çok tropikal cennet var. Ama Bay Adaları’nın bir parçası olan Utila Adası, bir özelliği ile diğerlerinden ayrılıyor. Utila, her yıl Mart, Nisan, Ağustos ve Eylül ayları boyunca dünyanın en büyük balığı kabul edilen Balina Köpekbalıkları’nın göçüne tanıklık ediyor. Boyları 6 ila 10 metre arasında değişen, yaklaşık 20 ton ağırlığındaki bu devasa balıklar, Mart-Nisan aylarında kuzeyden güneye, Ağustos-Eylül aylarında ise güneyden kuzeye doğru kitleler halinde göç ediyorlar. Haliyle yılın her döneminde dalgıçların ilgi gösterdiği bu adalar, balina köpekbalığının göç dönemlerinde dalış meraklılarıyla dolup taşıyor.

utila-adasi-Honduras
Utila Adasi, Honduras

Utila ile birlikte Roatan ve Guanaja’dan oluşan Bay Adaları, tatil yapmak için Honduras’daki diğer şehirlere nazaran çok daha emniyetli bölgeler. Ülkenin kuzeyindeki La Ceiba kentinden Utila’ya günde iki kez feribot kalkıyor. Ayrıca başkent Tegucigalpa’dan adalara kalkan charter uçaklarla da ulaşım sağlanabiliyor. Dalış yapma merakınız olmasa da Bay Adaları, kumsalda dinlenmek, denize girmek, akşamları küçük bar ve restoranlarda keyif yapmak isteyenlere güzel bir konfor sunuyor. Bu adaların etrafında hiç yerleşim olmayan, insansız adalar da bulunuyor ve bu ıssız adalara günlük olarak kiralanan teknelerle ulaşılabiliyor.

Orta Amerika’nın en geniş vahşi alanı

Honduras’ın Gracias a Dios bölgesinden Nikaragua’ya kadar uzanan tropik yağmur ormanları ise doğa ve vahşi yaşam meraklılarının mutlaka ziyaret etmeleri gereken bir alan. La Mosquitia adını taşıyan bu bölge 1982 yılından beri UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde. Miskito, Pech, Rama, Sumo ve Tawakha yerlilerinin yaşadığı bu bölge biyoçeşitlilik konusunda da müthiş bir zenginliğe sahip. Zaman zaman deniz seviyesinden 3 bin metre yüksekliğe kadar çıkabilen bu yağmur ormanları içindeki nehirler, bataklıklar, mangrov alanlarıyla 6 binden fazla bitki, 700 farklı kuş, 250 çeşit sürüngen ve 110’dan fazla memeli canlıya ev sahipliği yapıyor.

honduras-ormanlarinda-scarlet-macaw
Honduras Ormanlarinda Scarlet Macaw

La Mosquitia gerçekten de müthiş bir doğal güzellik; ancak, bu bölge aynı zamanda uyuşturucu kartellerinin yuvası. Bu karteller her ne kadar turistlere bulaşmaktan çekinse de tedbiri elden bırakmamak ve bölgeye yalnız seyahat etmemek gerekiyor. La Mosquitia seyahati için en uygun yol, La Ceiba gibi şehirlerde faaliyet gösteren turizm acentelerinden tur almak. Örneğin La Ceiba’daki La Moskitia Ecoaventuras, güvenilir ve tercih edilen bir tur şirketi. Bu turlara katılarak bölgedeki ağaç evlerde ya da çadırlarda konaklayabilir, Platano nehrinde rafting yapabilir,  kanolarla gezebilir, rehberler eşliğinde buradaki vahşi yaşamı tanıyabileceğiniz yürüyüşlere katılabilirsiniz.

Ve son sözüm: Bu egzotik ülkeyi görmek, Honduras’ın “derin” kültürüne nüfus etmek gerçekten de harika bir deneyim. Ama temkini elden bırakmayan, dikkatli gezginler için…

 

Amerika'da "Road Trip" Nasıl Yapılır?

Road Trip, yolculuk sanatını anlamaya ve yol alırken kendini keşfetmeye çalışanların hobisidir. T.S. Eliot’ın da dediği gibi, çoğu zaman asıl önemli olan varılacak noktadan çok, yolculuğun kendisidir. Road Trip, basit bir karayolu seyahatinden öte, arabanın bagajına çantaları ve içi dolu buzluğu koyduktan sonra bazen nereye gideceğini ve akşam hangi şehirde uyuyacağını tam olarak bilmeden seyahat etmektir.

Amerika’da Road Trip, bazen on şeritli devasa ve tıklım tıklım otoyollarda, bazen de gecenin ıssızlığında ve sessizliğinde korku filmlerinin nasıl çekildiğini anlayarak gitmektir. Pasifik kenarında uyanıp, Mojave Çölü’nde salaş bir lokantada öğle yemeği yemek, hava kararırken Las Vegas’ın çölün karanlığına meydan okuyan ışıklarına doğru yol almaktır.

Road Trip her gece deliksiz uyuyacak kadar yorulmak, her sabah ilk günün heyecanı ve dinçliğiyle direksiyon başına geçmektir.

America Road Trip

Yine de her şeye rağmen romantizmi bir kenara bırakıp, gerçekçi bir planlama yapmakta fayda var. Şimdiden iyi yolculuklar…

Yola çıkmadan önce harita üstünde güzergahınızı çalışın ve gerçekçi bir yol planı belirleyin

İlk aşamada, seyahatin hangi şehirden başlanılarak, hangi şehirde bitirileceğini net olarak planlayıp, ardından aradaki rotayı zevkleriniz, popüler destinasyonları dikkate alarak doldurun. Bunu yaparken gerçekçi olun. Bir güne birkaç yeri sığdırmak mümkün olsa da, kısacık uğranmış bir yer sadece gidilmiş, görülmüş ama yaşanmamış bir yer olacaktır. Birbirine yakın üç yeri aynı anda rotanıza dahil etmek yerine en fazla nereyi görmek istediğinize karar verin ve birini seçin.

Harita üzerinde seyahat edeceğiniz yol güzergahını belirler ve kafanızda otoyollara ilişkin genel bir fikir oluşturursanız, yolda GPS kullanırken daha çok rahat edersiniz.

Otoyollara ve harita kullanımına ilişkin olarak birkaç pratik bilgi:

  • interstate routeAmerika’da 2 basamaklı rakam içeren (I-90 gibi) yollar genellikle şehirleri şehirlere direkt bağlayan yollardır. Üç basamaklılar ise (I-787 gibi) çoğunlukla yerleşim bölgelerini çevreler. Çift sayılı otoyollar (I-270 gibi) doğu-batı arasında; tek sayılı otoyollar ise (I-495 gibi) kuzey-güney arasında gidip gelen yollardır.
  • Otoyol ödeme gişeleri genellikle E-Z Pass / I-Pass, Cash (Nakit ödeme) veya Exact Change (tam miktarın bozuk para olarak sepete atıldığı) bölümler olarak üçe ayrılmıştır. E-Z Pass veya I-Pass sistemi paralı otoyollar ve uzun yolculuklar için büyük pratiklik sağlamaktadır.
  • Özellikle büyük şehirlerin çevreyollarında en sol şeritteki HOV tabelalarına dikkat edin. Bu şeritler belli saatlerde 2 veya daha fazla yolcunun birlikte seyahat ettiği araçlara ayrılırlar. Arabada en az kaç kişinin bulunması gerektiği (HOV-2 veya HOV-3 gibi) tabelada belirtilmektedir. Bu kurala uymayan araçlar kameralarla tespit edilmekte ve ağır para cezası uygulanmaktadır.
  • GPS ile yetinmeyip, yol haritası edinmek de faydalı olacaktır. GPS veya akıllı telefonlardaki Google haritaları her ne kadar pratik olsa da, kağıttan bir yol haritasını da her ihtimale karşı elinizin altında bulundurun.

 

Ekip arkadaşlarınızı iyi seçin

Road trip uzun uzadıya birlikte geçirilecek saatler demektir. Konforuna çok düşkün, herşeyi zor beğenen veya fazla titiz ya da çok disiplinli ve planlı kişilerle keyifli bir seyahat zor olabilir. Çünkü bu seyahat, bazen salaş bir yol üstü motelinde kalmanızı bazen çok temiz olmayan yol üstü tuvaletlerine uğramanızı bazen de öngördüğünüz planın tamamen dışına çıkarak apayrı bir yol haritası çizmenizi gerektirebilecektir. Bütün bunları göz önüne alarak birlikte yola çıkacağınız arkadaşlarınızı iyi seçin. İdeal olarak, en az 3 en fazla 6 kişiyle yapılan seyahatler daha keyif verici olabilmektedir. Çünkü grupla yapılan bir yolculuk, sizi tembellikten ve uyuşukluktan alıkoyarak grup dinamizmi yaratır.

Yoldaki trafik kurallarına mutlaka uyun

Amerika’da Ortabatı’daki veya Arizona’daki geniş, uçsuz bucaksız görünen, dümdüz uzanan yollar sizi hıza teşvik edebilir. Ya da yerleşim yeri içerisinde, in cin top oynuyor diye düşündüğünüz ama hız sınırının bir şekilde 15 mil olarak belirlendiği yerde bu hız ile gitmek zor gelebilir. Etrafta pusuya yatmış polis veya kamera da görmüyor olabilirsiniz. Amerika’da sistemin trafik kuralları bakımından çok disiplinli işlediğini özellikle belirtelim.

Birkaç pratik bilgi ve tavsiye:

  • roadsign Türk ehliyetinizle (pasaportunuz ve turistik vizeniz olmak kaydıyla) ilave bir belgeye gerek olmadan araba kullanabilirsiniz. Uzun süreli kalışlar ya da araba kiralamak için Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’ndan Uluslararası Sürücü Belgesi almak gerekmektedir.
  • Polisin veya şerifin sizi herhangi bir durumda durdurması halinde, arabayı sağa çekerek ve camı açarak bekleyiniz. Arabadan inmeyiniz.
  • Kuralları ihlal etmenize bağlı olarak sizi durduracak polisi veya şerifi ikna etmek ve ceza yazmamasını sağlamak imkansıza yakındır. Bu nedenle itiraz etmeyiniz ve tartışmaya girmeyiniz. Ceza almanız halinde de bu ceza internetten ödenebilmektedir.
  • Bazı hallerde polisin direkt mahkeme önüne sevketme yetkisi de vardır. Böyle bir durumda çıkıp trafik mahkemesi önünde kendinizi savunmanız gerekebilir.

Büyük şehirler için otel rezervasyonunuzu yaptırın

Diyelim Batı Yakası’nda bir road trip planladınız. San Francisco, Los Angeles, Las Vegas gibi büyük şehirler için otel rezervasyonlarınızı önceden yapın. Ama ara güzergahta günübirlik kalacağınız yerlere şehri görünce karar verin. Road tripin bir esprisi de budur. Önceden rezervasyon yapmayarak, kendinizi beğenmediğiniz bir şehirde vakit geçirmeye mahkum bırakmamış olursunuz.

Konaklama için faydalı olabilecek kaynaklar bakımından, Expedia, Kayak, TripAdvisor ve Booking.com’un yeterli olduğu söylenebilir. Özellikle, Kayak ve TripAdvisor fiyat karşılaştırması yapılmasına imkan tanımaktadır. Hepsinin sunduğu fiyatları karşılaştırmak, yorumları okumak ve hangisinin o anda en iyi promosyona sahip olduğunu tespit etmek bütçeye ciddi katkı sağlayabilir. Expedia paketleri çoğu kez cazip olup; oda + parking veya oda+kahvaltı gibi seçenekler sunmaktadır.

Özellikle büyük şehirlerde otellerdeki park ücretlerinin de günlük en az 30 dolardan başladığını belirtelim.

Araba kiralamak için erken rezervasyon yaptırın

Araba kiralama konusunda farklı firmaların fiyat alternatiflerini ortaya koyan Expedia iyi bir başlangıç olabilir. Kaba taslak olarak söylersek, Amerika’da lüks, orta karar ve daha ekonomik alternatif sunan şirketler olmak üzere üç tip araba kiralama şirketi bulunmaktadır. Söz gelimi Avis lüks; Hertz orta karar; Thrifty de ekonomik kategoriye alternatif sunan şirketlere örnek olarak gösterilebilir. Aslında bu şirketler genelde aynı gruplara aittir.

Araba kiralama hususundaki önemli nokta arabanın nereden alınıp, nereye teslim edileceği ve ilgili şehirlerde söz konusu firmanın şubesinin olup olmadığıdır. Büyük firmalara ait şirketlerin  genelde havalimanlarında mutlaka bir şubesi bulunmaktadır.

Özel bir araba ve model tercihi yoksa, yani markasından bağımsız olarak belli bir kategorideki (binek, SUV veya 4×4) araba yeterli ise bütçeniz için birkaç pratik tavsiye:

  • Erken rezervasyon iyi fiyat almak için önemli. Rezervasyonu her zaman iptal etme imkanınız var ve iptalin herhangi bir cezası da yok.
  • Günlük 10-15 dolara mâl olan ilave kaskoyu yaptırmakta her zaman fayda var.
  • Arabayı iade ederken deponun mutlaka tam dolu şekilde bırakılması gerekmektedir. Aksi takdirde, teslim sırasında galonunu neredeyse iki kat fazla şekilde ödemek zorunda kalabilirsiniz.
  • Büyük firmalardan araba kiralandığı takdirde, yolda yaptığınız milleri  Miles&Miles hesabınıza mil olarak işletebilmek mümkün.

Amerika Road Tip

Bunları da unutmayın:

  • Amerika’da benzin istasyonları her zaman yol kenarında değildir. Böyle durumlarda yemek-benzin tabelalarını takip ederek içeriye doğru ilerleyin. Çok merkezi olmayan yerlerde de deponuzu boş tutmamaya özen gösterin. Yolunuzun üstünde benzinin nerede ucuz olduğunu görmek için de akıllı telefonlar için tasarlanmış GasBuddy uygulamasından yararlanabilirsiniz.
  • Otellerde pazarlık yapmaktan asla çekinmeyin. Amerikalılar pazarlığa açıktır.
  • Arabada yer varsa mutlaka buzluk bulundurun. Yol üstündeki lokal marketlerden içecek ve pratik yiyeceklerle boşaldıkça doldurun.
  • Telefona hazır kart almak da seyahat süresince hem fayda hem güvence sağlar. Internete ulaşımda, gerek yol üstü restoranlarda, gerek küçük otellerde kablosuz internet genellikle ücretsizdir.
  • Arabayı yol arkadaşınızla mutlaka dönüşümlü kullanın. Bu hem daha uzun süre yol gidebilmenize imkan verecek, hem de dönüşümlü olarak çevreyi de seyretme keyfi sunacaktır.
  • Yolda dinleyeceğiniz müziklerin planlamasını önceden yapın. Uzun süreler yolda olunca hazırladığınız CDler de bir süre sonra tekrara girecektir. İmkanınız ölçüsünde CD taşıyın. Country ve blues çalan yerel Amerikan radyolarından WROX  ve KWEM   istasyonlarını da arabanın radyosuna alternatif olarak kaydedin.
  • Şehirdeki restoranlar, etkinlikler ve çevre turları konusunda en etkin bilgiyi büyük otellerin concierge servisinden, küçük otellerde de resepsiyondan alabilirsiniz. Restoran seçimi ve promosyonları konusunda TripAdvisor’ın ve –eğer kullanıyorsanız- akıllı telefon uygulamalarından olan Foursquare’in en iyi kaynaklardan olduğunu söylemek mümkün.

 

San Francisco’da Yapılacak 10 Şey

San Francisco, Amerika’nın ekonomi olarak en büyük eyaleti olan Kaliforniya’da yer alıyor. Şarkılara en çok konu olan Kaliforniya eyaleti, Amerikan rüyasının da bir anlamda başladığı yer. 1848 yılında eyaletin başkenti Sacramento’ya yakın bir yerlerde bir rençper, çalışırken altın buluyor. Bu haber bir yıl sonra hem ülke içinde hem ülke dışında giderek yayılmaya başlıyor. 49lular olarak adlandırılan (1849 yılına atfen) ve özellikle erkeklerden oluşan bir kuşak bu “kolay servet”in arayışıyla eyalete ve ağırlıklı olarak da San Francisco’ya akın ediyor.

1847 yılında 500 olan San Francisco nüfusu, iki yıl sonra 20 bine; 1880’de de 233 bine ulaşıyor. 1848 – 1855 yılları arasındaki Altına Hücum (Gold Rush) döneminin ardından San Francisco’dan adeta yeni bir şehir daha doğuyor.

Geçmişinde depremlerden yangınlara kadar büyük badireler atlatmış olan şehrin  1906 yılında uğradığı son doğal felakette 300 kişi ölürken 250 bin kişi evsiz kalmış ve 28 bin bina da çökmüş. Üç yıl içinde 20 bin binanın yeniden inşa edildiği San Francisco ünlü Golden Gate Köprüsü’nden, Amerika’nın en büyük Çin Mahallesi’ne; Alcatraz Hapishanesi’nden yine Amerika’nın en büyük ikinci Modern Sanat Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor.

Bir gün yolunuz düşerse eğer, San Francisco’da yapılması gereken ilk 10’u sizler için listeledik:

#1- Golden Gate Köprüsü

San Francisco ile özdeşleşen, unutulmaz fotoğraf karelerine konu olan Golden Gate Köprüsü’nü ziyaret edin. Golden Gate Köprüsü sadece San Francisco’da değil; Amerika’daki 575 bin köprü arasında da en popüler olanı. 2.5 km uzunluğunda, 48 katlı bir bina yüksekliğinde olan Golden Gate, dünyanın en büyük asma köprülerinden biri. Arabayla, yürüyerek veya bisikletle geçilebiliyor. 1937 yılında yapımı tamamlanmış. Fisherman’s Wharf’tan da akşam üstleri köprüye günbatımı turları düzenleniyor. Fotoğraf çekmekten hoşlananlar için ideal.

Golden-Gate-Bridge

 

#2- Çin Mahallesi (Chinatown)

Amerika’nın en büyük Çin Mahallesi’ni (Chinatown) mutlaka görün. Ülkenin en büyük Çin Mahallesi’nin San Francisco’da bulunmasının sebebi, 1848-1855 yılları arasındaki Altına Hücum döneminde San Francisco’ya başta Çin’den olmak üzere çok sayıda göçmenin gelmesi ile açıklanabilir. Evleri, restoranları, dükkanlarıyla bu mahallede küçük bir Çin olduğunu söylersek abartmış olmayız. Burada bulunan Çin restoranlarından birinde yemek yemek de gerek ortamıyla gerek lezzetiyle farklı bir deneyim. (Öneri: House of Nanking, Chinatown. http://www.houseofnanking.net)

 

#3- Halatlı Tramvay (Cable Car)

1873 yılında Andrew Hallidie tarafından icat edilen tramvay, şehrin dik yokuşları için bir çözüm olarak ortaya çıkmış. Hikayeye göre, mühendis Andrew Hallidie’yi bu icada sevk eden olay, yük taşıyan bir atın, şehrin dik tepelerinden birinde zorlanarak düşmesi imiş. Buna tanıklık eden Hallidie halihazırda üretmekte olduğu ve taşımacılıkta kullandığı halat ile insanları da taşıyabilecek kadar güçlü bir ulaşım aracı yapma fikrini geliştirmiş. İşte böylece, teleferik sistemine benzeyen ve motor ile değil de halatlar vasıtasıyla çekilmek suretiyle ilerleme mantığı üzerine kurulan bu tramvay sistemi doğmuş. At arabalarıyla imkansız olan ulaşım ancak bu şekilde mümkün hale getirilmiş.

1906 yılında yaklaşık 600 tane halatlı tramvay var iken; deprem ve yangın sonrası ve motorlu taşıtların kullanılmaya başlamasıyla bunların kullanımı düşmüş. Tramvay bugün sadece San Francisco’nun üç istikametinde ve yalnızca turistik amaçla faaliyet gösteriyor. Girişin ücretsiz olduğu Cable Car Müzesi’nde, yapılan ilk tramvay da dahil olmak üzere ilk dönemlerdeki tramvaylar sergileniyor ve bunların üretimindeki gelişim evreleri resimlerle güzel bir şekilde açıklanıyor. Ayrıca, halatlı tramvayın çalışma mantığının arkasındaki mühendislik prensibi de detaylı olarak gösteriliyor. Müzenin alt katında sürekli çalışan bir tramvay var ve San Francisco sokaklarında sıkça duyduğunuz tramvayın fren sesi müzeye girişte de sizi karşılıyor. (www.sfcablecar.com)

San-Fransisco-Cable-Car

#4- Fisherman’s Wharf

Fisherman’s Wharf şehrin körfez tarafında bulunan en turistik noktası. Ghirardelli Meydanı’ndan başlayıp, yat limanında sona eriyor. Pier 39 limanı, meşhur deniz aslanlarının izlendiği, günbatımının şahane göründüğü, özgün restoranların yer aldığı, martıların samimi şekilde aranızda dolaştığı bir yer. Şu an müze olarak kullanılan Alcatraz Hapishanesi’ne de ulaşım buradaki Pier 43 limanından sağlanıyor.

#5- Modern Sanat Müzesi

Müzeleri ziyaret edin. Amerika’nın New York’tan sonra en büyük Modern Sanat Müzesi San Francisco’da bulunuyor. Beş katlı olan Sanat Müzesi’nin  en üst katında bir terası ve kafesi de var. Resim, heykel, mimari, fotoğraf ve medya sanatından örnekler içeren müzenin özellikle medya sanatı bölümünün oldukça ilginç olduğunu belirtmeliyim.

San Francisco’da görülmesi gereken yerler arasında yer alan Karikatür Sanatı (Cartoon Art), Tek kat üzerine kurulmuş, geçmişten günümüze karikatür örneklerinin sergilendiği ve dönüşümlü olarak bir ekranda çizgi filmlerin oynatıldığı bir müze. Şehrin merkezinde yer alıyor. (Bütün müzelerin listesine www.sanfrancisco.net/museums adresinden ulaşılabilir.)

#6-  Ghirardelli Meydanı

San Francisco’nun büyüsüne kapılmanız için başka bir neden. Eskiden orada Ghirardelli Çikolata Fabrikası’nın bulunması nedeniyle meydan da bu ismi almış. Fabrika başka bir şehre taşınınca oranın dokusu aynen korunarak, yerine, bugün içerisinde bir çok dükkanın bulunduğu plaza kurulmuş. Plazanın içinde Ghirardelli marka çikolataların satıldığı iki çikolata mağazası var. Çikolata severler için kaçırılmayacak bir deneyim olduğunu söyleyebiliriz.

San-Fransisco-Ghirardelli

#7-  Alcatraz Hapishanesi

Alcatraz Hapishanesi için rezervasyonunuzu yaptırın. Filmlere defalarca konu olmuş, San Francisco Körfezi’nin ortasındaki konumu, efsanevi disiplinli koşulları ve firar denemeleri ile ünlü olan Alcatraz Hapishanesi’ni bilirsiniz. Kuralları çiğneyenler hapishaneye, hapishane kurallarını çiğneyenler Alcatraz’a gider sözüyle özdeşleşen hapishane vaktiyle Amerika’nın en azılı mahkumlarının tutulduğu yer imiş. 1963 yılında kapatılarak,  müze olarak kullanıma açılmış. Müze içinde biraz ürpertici olmakla birlikte ziyaretçilere mahkumların sesleri, çığlıkları, konuşmaları dinletiliyor. Mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri olup, gidiş için rezervasyonun en az bir hafta önceden yapılması gerektiğini belirtelim. (www.alcatrazcruises.com)

#8-  Union Square

San Francisco, Amerika geneline kıyasla, zincir mağazalardan ziyade özgün butiklerin olduğu bir şehir. Ünlü tasarımcıların butikleri de Union Square’de yer alıyor. Westfield Alışveriş Merkezi New York’tan sonra Amerika’daki en büyük Bloomingdale’s ve Nordstrom Mağazaları’na ev sahipliği yapıyor. San Francisco’nun İtalyan Mahallesi olan North Beach de alışveriş severler için ideal yerlerden.  Ayrıca, çok sayıda kafe ve restoranın da bulunduğu North Beach, şehrin Avrupai romantik yüzünü yansıtıyor.

Union_Square_-_San_Francisco

#9- Sausalito

Bir yarım gün ayırarak, vapurla şehrin kuzeyindeki şirin sahil kasabası Sausalito’ya gidin. Fisherman’s Wharf, Pier 41’den gün içinde Sausalito’ya vapurlar kalkıyor. Bir diğer alternatif de, bisiklet kiralayarak Golden Gate Köprüsü üzerinden kasabaya geçmek. Kapısında uzun kuyruklar oluşturan hamburgercide lezzetli bir hamburger yiyerek, üzerine kahvenizi güzel bir manzaraya karşı içebilirsiniz. (Sausalito’ya ilişkin bilgileri edinebileceğiniz kapsamlı bir adres: http://www.oursausalito.com )

#10- Sourdough Ekmeği

San Francisco tarzıyla yapılan meşhur sourdough ekmeğinin tadına bakın. Sourdough ekmeği hamurun daha uzun mayalandırılması esasına dayanan ve bu nedenle normale göre daha ekşimsi bir tada sahip olan bir Fransız ekmeği türü. San Francisco’daki fırınlar da tarifini uzun yıllar sır gibi sakladıkları kendilerine has bir sourdough ekmek yapım stili uyguluyorlar. (Öneri: Fisherman’s Wharf’ta da şubesi bulunan Boudin Bakery. http://www.boudinbakery.com)

 Bread_in_Boudin

Gündüz pırıl pırıl, renkli bir şehir olan San Francisco hava kararmaya başladığı andan itibaren ürkütücü bir görünüme bürünüyor. Şehrin en güvenli sayılabilecek bölgesinde bile bunu  hissediyorsunuz. Bunda da evsiz sayısının ve uyuşturucu kullanım oranının yüksek olması büyük etken. Buna rağmen suç oranının düşük olduğunu da ekleyelim.

Amerika’ya geldiniz ve saatlerinizi 7 saat geriye aldınız mı? O zaman Batı Yakası’na, San Francisco’ya varınca 3 saat daha geriye alın. Hem Akdeniz, hem Avrupa, hem Amerika havasını aynı anda yaşatan San Francisco’nun tadını çıkarmaya artık hazırsınız!

 

Dünyanın En Büyük Müzesi: Smithsonian

Dünyanın en popüler kadınının kim olduğunu biliyor musunuz? İstatiksel olarak dünyanın en popüler kadını Louvre Müzesi’ndeki Mona Lisa. Kendisini görmeye yılda yaklaşık 8.8 milyon kişi geliyor. Evet, Paris’teki Louvre Müzesi verilerine göre, son yıllarda en fazla ziyaret edilen müze olma özelliğini sürekli elinde tutuyor.

Popülerlik sıralamasında ikincilik ve üçüncülüğü Amerika’nın başkenti Washington, DC’deki Smithsonian Müzeleri alıyor.

İçerisinde Wright Kardeşler’in orjinal uçağından, İkinci Dünya Savaşı sırasında pilotların kıyafetlerine; Amerika’nın aya gönderdiği uzay aracı Lunar Lander’a kadar pek çok ilginç eserin sergilendiği Havacılık ve Uzay Müzesi yılda yaklaşık 8.3 milyon kişiyi ağırlıyor.

Bünyesinde 200 bilim adamının çalıştığı, dünyada doğa tarihi ve kültürleri alanında en fazla sayıda uzmanın bir arada bulunduğu tek yer olma özelliğine sahip Doğa Tarihi Müzesi, yılda 6.8 milyon kişiye ev sahipliği yaparak dünyanın en fazla ziyaret edilen üçüncü müzesi oluyor.

Toplamda yılda yaklaşık 30 milyon ziyaretçi sayısı ile dünyanın en büyük müze ve araştırma kompleksi ise Smithsonian.

The-Smithsonian-Castle
The Smithsonian Castle

Smithsonian’ın doğuş hikayesi

1800’lü yıllarda varlıklı bir İngiliz ailesinin üvey çocuğu hayatı boyunca bütün dünyayı dolaşıyor. Neredeyse ayak basmadığı tek yer Amerika kalıyor. Daha sonra ilginç ve beklenmedik bir kararla, James Smithson adındaki bu kişi, servetinin çok büyük bir bölümünü; yarım milyon ABD Dolarını Amerika’ya bağışlıyor. O dönem, bu miktar Amerikan toplam federal bütçesinin 1/66’sını oluşturuyor. Smithson’ın bunu neden yaptığı hiç bir zaman tam olarak anlaşılamıyor. Kimilerine göre, babasının mirasını reddetmek amacıyla; kimilerine göre Amerika’nın demokrasi tecrübesinden çok ilham aldığı için bu derece yüklü bir bağışta bulunuyor.

Smithson tarafından Amerika’ya bağışlanan bu paranın nasıl kullanılacağı konusu da yıllarca süren bir tartışmaya dönüşüyor. Amerikalı siyasetçiler bu ilginç ve beklenmedik jest karşısında ne yapacakları konusunda uzun süre kararsız kalıyorlar. Hatta birçok siyasetçi, eski sömürge gücü İngiltere’den gelen bu paranın reddedilmesi gerektiğini savunuyor.

Nihayet 1846 yılında bu bağışla Smithsonian Enstitüsü‘nün kurulmasına karar veriliyor. Amerika’nın başkenti Washington DC’de yer alan ve dünyanın en büyük müze ve araştırma kompleksi işte böylelikle hayat buluyor.

Smithsonian-Air-and-Space-Museum
Smithsonian Air and Space Museum

Smithsonian Müzeleri masıl gezilmeli?

Smithsonian Enstitüsü tam 19 müzeden, 9 araştırma merkezinden ve 1 hayvanat bahçesinden oluşuyor. Yılda hemen hemen 30 milyon kişi bunları ziyaret ediyor. Sergilenen eser ve obje sayısı ise yaklaşık 140 milyon.

Washington DC’yi yılın hangi döneminde ziyaret ederseniz edin, Lincoln Anıtı’ndan, ABD Kongre binası Capitol Hill’e kadar uzanan, sağlı sollu müzelerle çevrili olan ve The National Mall olarak adlandırılan şehrin kalbinin her daim turistlerle dolu olduğunu göreceksiniz.

Bu kadar çok sayıda ve görmeye değer müzeden optimum sürede en fazla şekilde istifade edebilmek için bazı ipuçları:

Geziye ilk olarak Amerikan Tarihi Müzesi’nden başlayın. Bu müzede Micheal Jackson’ın şapkasından, 1948-1952 yılları arasında Beyaz Saray’ın renovasyonu sırasında çıkarılan bir tuğlaya; Başkan Bill Clinton’ın saksafonundan, bugüne kadar bütün first ladylerin göreve başlama töreninde giydikleri elbiselere kadar hem yakın hem uzak tarihe ait pek çok obje sergileniyor.

Müzenin özelliği, Amerikan tarihini basitleştirilmiş bir biçimde anlatması ve de bir popüler tarih müzesi olması.

Smithsonian’ın rehberleri eşliğinde müzeyi gezmek en yararlısı. Gün içerisinde belli aralıklarla düzenlenen rehberli turlara katıldığınız takdirde, müzeden daha ayrıntılı bilgilerle ayrılıyorsunuz. Örneğin, Amerikan Başkanlarına ayrılmış bölümde suikast sonucu hayatını kaybeden Abraham Lincoln’ün hikayesinden, sağlık ve tıp bölümünde bir insana yerleştirilen AbioCor’a; ilk elektro-hidrolik kalbe kadar çeşitli alanlardaki değişik bilgiye sahip olabiliyorsunuz.

Müzenin giriş katındaki Julia Child’ın mutfağı ziyaretçiler arasında en çok ilgi çeken bölümlerden. Julia Child Amerikan kültüründe önemli bir yere sahip.  “Mastering the Art of French Cooking” kitabının yazarı olan Child, ilk kez televizyondaki yemek programıyla Amerikalılara Fransız yemeklerini anlatan kişi. Julia Child’ın bütün mutfağı tamamen müzeye bağışlanmış.

Amerikan Tarihi Müzesi, canlı, interaktif ortamı ve aktiviteleriyle yetişkinler kadar çocuklara da hitap ediyor. Aslında Amerika kadar kısa bir tarihe sahip bir ülkenin bu müzesini gezince bir şeye sahip olmaktan çok, onu korumak ve iyi saklayabilmenin daha önemli olduğunun bilincine varıyorsunuz.

Doğa Tarihi Müzesi

Amerikan Tarihi Müzesi’nin hemen yanında, bir sonraki durağınız olabilecek ve Smithsonianlar arasındaki ikinci en popüler olan Doğa Tarihi Müzesi var. Müzede 200 bilim adamı çalışıyor. Smithsonianlardaki bir geleneği yıkarak politik bir bakış sergiliyor: Yaradılış teorisini savunanlara karşı, Darwin ve evrim teorisine ilişkin sergilemelere ağırlık veriyor.

Doğa Tarihi Müzesi özellikle çocukların çok ilgisini çekiyor. Yine müzedeki ayrı bir bölüm olan ve ücret karşılığı girilen Butterfly Garden-Kelebek Bahçesi de envai çeşit kelebeği bir arada görebilmek ve onlara dokunabilmek için güzel bir tecrübe.

Doğa-Tarihi-Müzesi-Amerika
Doğa Tarihi Müzesi

Havacılık ve Uzay Müzesi

Smithsonianlar arasında –yıllık ziyaretçi istatistiklerine göre- en popüler müze Havacılık ve Uzay Müzesi. İçerisinde Wright Kardeşler’in orijinal uçağından, İkinci Dünya Savaşı sırasında pilotların kıyafetlerine; Amerika’nın aya gönderdiği uzay aracı Lunar Lander’a kadar pek çok ilginç eser sergileniyor.

İçinde ayrıca, gün boyu dönüşümlü şekilde film gösteren bir IMAX sineması bulunuyor. Müzeye bağlı olan ve Dulles Havaalanı’na yakın bir de gözlem merkezi var. Bu gözlem merkezine ana müzeden gün içinde belirli saatlerde servisler kalkıyor. Bir çok uçağın sergilendiği bu merkezin gözetleme kulesine çıkıp Washington Uluslararası Havalimanına iniş ve kalkış yapan uçakları izleyebiliyorsunuz.

Eğer denemek isterseniz, astronot dondurması (uzayda astronotların yediği ve tadı gerçekten çok kötü olan) müzenin hediyelik eşya dükkanında en çok ilgi görenlerden.

Uzay-ve-Havacilik-Muzesi

Sanat Müzesi

Zorlarsanız aynı güne sığdırabileceğiniz ama en az iki saat ayrılmasını tavsiye edeceğim yerlerden biri de National Gallery of Art, Ulusal Sanat Galerisi.

Galeriyi gezenlere defalarca eşlik etmiş ve bu sayede de detaylı şekilde gezmiş biri olarak, en etkin gezi yöntemi olarak girişte galeri planını alarak, önce o plan üzerinde çalışmak ve görmek istediğiniz yüzyılı ve eserleri tespit etmek olduğunu söyleyebilirim.

Galeri yılda yaklaşık 5 milyon ziyaretçi alıyor. Dünyanın en çok ziyaret edilen müzeleri arasında dokuzuncu sırada. 1937 yılında, finansçı Andrew W. Mellon ölümünden önce, geniş sanat koleksiyonunu ABD vatandaşlarının yararı için kullanmayı ve bunun için bir galeri kurmayı taahhüt ediyor. 1941 yılında müzenin açılmasının ardından da galeri hem büyük ustaların eserleriyle hem de sergilerle yıllar içinde büyüyor. Örneğin Designing the Lincoln Memorial – Lincoln Anıtı’nın Tasarlanması hakkındaki sergi 2.9 milyon ziyaretçi sayısına ulaşarak 2010 yılındaki en popüler sanat sergisi olmuş.

Müzenin sahip olduğu 109 bin eser var ancak bunların sadece az bir kısmı aynı anda sergileniyor. Galerinin Pazar akşamları bahçesinde düzenlenen konserler çok revaçta. Ziyaretinizi öğleden sonraya denk getirerek, ardından da bu konseri izlemek gayet keyifli olabilir.

Galeride 4-5 tane bulunan iki boyutlu resimleri de (resimdeki portrenin izleyiciyi takip etmesi-portrait illusion) görmenizi öneririm.

Smithsonian-Art-Museum
Sanat Müzesi

“Ücretsiz” Sanat

Smithsonian Enstitüsü’nün müzelerine giriş ücretsiz. Müzelerin ücretsiz olması da, her müzeyi defalarca ve detaylı şekilde gezebilmenizi olanaklı kılıyor.

Bu kadar masraflı bir Enstitü’nün en azından giderlerinin bir bölümünün karşılanması ve vergi mükelleflerinin üzerinden yükün alınabilmesi için müzelerin paralı hâle getirilmesi sık sık gündeme geliyor. Hatta yine geçtiğimiz dönemlerde, Obama’nın bütçe komisyonu tarafından müzeye girişin kişi başı 7.50 Dolar olması önerildi ancak tasarı bir kez daha reddedildi.

Amerika deyince zihnimizde ilk anda, New York’un devasa gökdelenleri ve Times Square’deki neon ışıklı tabelalar canlanır. Buna karşılık, Washington DC daha mütevazı boyuttaki, ancak gösterişli binalarıyla Amerika’nın dinamizmini değil, olduğundan daha uzun ve kapsamlı gösterilmek istenen tarihini temsil ediyor. İşte bundan 165 yıl önce hayatında ABD’ye ayak basmamış bir İngiliz’in bağışladığı  yarım milyon ABD dolarıyla kurulan Smithsonian Enstitüsü’nün bugün ulaştığı nokta Amerikalıların kısa zamanda büyük işler başarma ve bir şekilde tarihte iz bırakma azmini ortaya koyuyor.

 

Tikal: Maya Uygarlığı’nın İzini Sürmek

Mayalar, Avrupa henüz Ortaçağ karanlığındayken, mimari, astronomi, matematik ve tıpta ilerlemiş, kendilerine özgü bir yazı, aritmetik ve takvim sistemi geliştirmiş ve çağının ötesinde bir uygarlık kurmuşlardı. Orta Amerika ülkesi Guatemala, Maya Uygarlığı’nın kalbi olarak kabul ediliyor. Tikal ise Guatemala’daki Maya kentlerinden en önemlisi

Yaklaşık yüz yıla yakın bir süredir arkeologlar, Meksika’nın Yucatan Yarımadası’ndaki Chiapas Dağları’ndan başlayarak güneye doğru uzanan yağmur ormanlarının derinliklerinde, gizemi henüz tam anlamıyla çözülemeyen Maya Uygarlığı’nı gün yüzüne çıkarmaya çalışıyor. Maya Uygarlığı, Peru’daki İnka ve Meksika’nın orta bölgesindeki Aztek ile beraber Kristof Kolomb öncesi Amerika kıtasının üç büyük uygarlığından birisi. Mayalar, Aztekler ve İnkalar’dan yüzyıllar önce yaşamış olmalarına rağmen bu üç uygarlık içerisinde kendilerine özgü bir yazı sistemi geliştiren ve tabletlere tarihlerini, kültürlerini ve yaşamlarını kaydeden tek uygarlık. Yazılı tabletler ve hiyerogliflerin varlığına rağmen Maya Uygarlığı hakkında bilinenler bir buzdağının görünen kısmından fazla değil.

Maya Uygarlığı’nın ne zaman ortaya çıktığı konusunda farklı görüşler bulunuyor. Maya takvimi, Mayalar’ın başlangıcını M.Ö 3114 işaret etse de arkeologlar bu yüce uygarlığın M.Ö 1800 yıllarında Meksika’nın Pasifik kıyısındaki Sosonusco bölgesinde başladığı görüşünde. Klasik-öncesi dönem adı verilen bu dönemde Mayalar Nakbé, Mirador, San Bartolo, Cival gibi büyük kentler olağanüstü yapılar inşa ediyorlar. Mayalar’ın bilinen tarihiyse M.Ö 250 yılında başlıyor. Çünkü bulunan en eski tabletler ve hiyeroglif yazıtlar bu tarihe ait. Bu tarihten itibaren Maya kentlerinin canlanmaya başladığı, abidevi yapıların inşa edildiği ve tam anlamıyla kentleşlmenin başladığı gözleniyor. Maya Uygarlığı’nın “klasik dönemi” adı verilen bu dönem, M.S 800-900 yıllarına kadar uzanıyor ve bugün ayakta kalan Tikal, Palenque, Copán, Calakmul gibi büyük Maya kentleri bu dönemde inşa ediliyor. Mayalar, Meksika’nın kuzeyinden Panama’ya kadar olan geniş bölgede diğer yerli halklarla ilişkiler kuruyor, maden, değerli taş, kakao, tuz gibi ürünlerin ticaretini yapıyor.

Tikal-Guatemala

Maya Uygarlığı’nın esas gizemiyse M.S 800 yıllarında başlıyor. Mayalar, güneyden başlayarak yaşadıkları bölgeleri hızlı bir şekilde terkediyor. Yüz yıllık bir sure içerisinde bu büyük uygarlık bilinmeyen bir şekilde ortadan kayboluyor, inşa etmiş oldukları tapınakların üzeri yağmur ormanları tarafından bir bir örtülüyor. Bu ortadan kayboluşun sebebi tam olarak bilinmiyor. Kimilerine göre ticaretin sona ermesi, kimilerine göre iç karışıklıklar ve isyanlar, kimilerine göreyse kuraklık ve salgın hastalık gibi ekolojik olaylar Maya Uygarlığı’nın sonunu getiriyor. Bazı bilim adamları Maya Uygarlığı’nın sona ermesini bir “çöküş” olarak adlandırmaktan kaçınıyor ve Mayalar’ın kuzeye doğru göç ederek başka halklarla karışmak suretiyle varlıklarını devam ettirdiklerini öne sürüyor.

Maya Uygarlığı’nın en ilgi çekici anıtları olan piramitlerden en önemlileri Guatemala’nın kuzeyinde, Belize sınırı yakınlarında yer alan dünyaca ünlü Tikal harabelerinde yer alıyor. Guatemala City’den Tikal’e olan mesafe 400 kilometre ancak yağmur mevsimi henüz sona erdiğinden ve yolların zarar görmüş olabileceğinden dolayı karayolu yolculuğu tavsiye edilmiyor. Guatemala Havayolları’na ait yaklaşık 20 kişilik pervaneli bir uçakla 1 saatlik yolculuğun ardından Flores kentine ulaşıyorum. Flores, Peten Itza Gölü kenarında 13 bin nüfuslu küçük bir şehir. Ancak, Tikal’e en yakın yerleşim yeri olduğu için son derece hareketli. Flores’ten Tikal’e iki yanı da göz görebildiğince yeşil olan bir yoldan 45 dakikada ulaşılabiliyor. Tikal, 1979 yılından bu yana UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor. 570 km2’lik bir alan „milli park“ olarak koruma altında. Tikal, en büyük Maya kenti değil, en yüksek Maya piramidi de burada yer almıyor. Peki öyleyse Tikal neden bu kadar önemli?

Tikal, kenti yöneten tanrı-kralların gücü ve meydana getirdiği eserler açısından diğer Maya kentleri arasında öne çıkıyor. Anıtları, tapınakları, sarayları ve yazılı tabletleriyle kent, Maya Uygarlığı’nın tarihine ışık tutuyor. 3. Yüzyılda kurulan Tikal, 100 yıl içerisinde en güçlü Maya kenti olarak bölgede hakimiyet kuruyor ve 10. yüzyıla kadar varlığını sürdürüyor. Yucatan Yarımadası’nı doğu-batı ekseninde kesen ticaret yolu üzerinde hakimiyet kuruyor. Altın dönemlerinde nüfusunun on binlere ulaştığı tahmin ediliyor. Maya Uygarlığı’nın sona ermesinden sonra yüzyıllar boyunca toprak altında kalan Tikal, 1840’lı yıllarda maceraperest gezginler tarafından „tesadüfen“ keşfediliyor. Tikal’in tamamını görmek imkansız (kelimenin tam anlamıyla imkansız!) çünkü 16 km2 lik bir alana yayılmış 3 binden fazla yapı bulunuyor.

Tikal-Guatemala

İlk bakışta Tikal’de birşey görmek mümkün değil, çünkü etraf olabildiğine tropikal ormanlarla kaplı. Yerel rehberi önde ben arkada, yüksekliği 20-30 metreye ulaşan ağaçların arasından yürüyoruz. Ağaç tepelerinde örümcek maymunları bizi izliyor, dallardan sarkan rengarenk papağanlar ve tukanlar bizi selamlıyor. Ne kadar yürüyeceğimizi sorduğumda rehberim „önümüze leopar çıkıp çıkmamasına bağlı“  diye esprili bir cevap veriyor. Bu tabii bir şaka değil, zira bölgede leopar, pars, koati, gri tilki gibi vahşi memeliler bu coğrafyada bolca yaşıyor.

Yaklaşık yarım saatlik yürüyüşün ardından Maya piramitleri karşımızda tüm ihtişamıyla yükseliyor. Günışığına çıkarılmış olan altı adet piramitten en büyüğü 70 metre yüksekliğinde. Arkeologlar tarafından „Temple IV “ olarak adlandırılan bu tapınağa ziyaretçilerin kolayca çıkması için ahşap bir merdiven yapılmış. Temple IV, Belize’deki El Mirador ile birlikte Kolomb öncesi Amerika’daki en yüksek Maya piramidi. 8. Yüzyılda yapıldığı arkeologlarca tespit edilmiş. Temple IV dışında Tikal’de yükekliği 38 ila 60 metre arasında değişen beş büyük piramit, tapınaklar, saray kalıntıları daha bulunuyor. Temple IV’e yüzlerce basamak çıktıktan sonra nefes nefese tapınağın zirvesine ulaşıyorum. Muhteşem manzara ancak „yeşil bir deniz“ olarak tabir dilebilir. Belki 50-60 kilometre uzağa kadar olan mesafeyi seçmek mümkün ve görülen tek şey yeşilin her tonunu barındıran milyonlarca ağaç!

Yüce Maya kenti Tikal’deki devasa piramidin üzerinde sonsuz yeşil denizine bakarak bir kez daha soruyorum: İnsanlık tarihinin en gizemli uygarlıklarından olan Maya Uygarlığı nasıl oldu da yok oldu? İddia edildiği gibi, Mayalar ile uzaylılar arasında bir ilişki var mıydı? Maya Uygarlığı’nı inceleyen bilim adamlarının yanıt aradığı bu sorular benim de aklımı kurcalıyor. Herkes gibi benim için de Mayalar gizemlerini korumaya devam ediyor.

Las Vegas: Burada Olan Burada Kalır!

Las Vegas gerçek hayattan kaçmak isteyenler için yaratılmış yapay bir dünya! Zamanın önemi, tüketimin ise sonu yok. Saatin kaç olduğunu merak edip etrafta aramayın, bulamazsınız… Las Vegas’ı anlamaya çalışmayın, sadece kentin akışına bırakın kendinizi gitsin… Uyku mu? Onu unutun bir kere…

Üzerinde ‘Mega Resortlar’ın Yükseldiği Çayır

Nevada eyaletinin en büyük şehri olan Las Vegas’ın yerinde bundan yüz yıl önce hiçbir şey olmadığını hayal etmek çok zor. 1820’li yıllarda Mohave Çölü’nün ortasındaki bu uçsuz topraklara ilk gelen İspanyollar bölgeye İspanyolca ‘çayırlar’ anlamına gelen Las Vegas adını koymuşlar. Sürekli olarak organize çetelerin ve kovboyların gazabına uğrayan, can güvenliğinden uzak bu toprakların yerleşime açılması 1905 yılında demiryolunun bölgeden geçmesiyle başlamış. 1911 yılında şehir statüsüne kavuşan Las Vegas’ın kaderini değiştiren ise 1930’lardaki ekonomik buhran olmuş. Bu dönemde çıkarılan bir yasayla kumarhaneler yasal hale gelince Las Vegas bir anda cazibe merkezi haline dönüşmüş. 1935 yılında Colorado Nehri üzerine inşa edilen devasa Hoover Barajı’yla bölgenin su ve elektrik sorunu çözülünce de yatırımcılar Las Vegas’ı bir eğlence şehri olarak tasarlamak için kolları sıvamışlar. 1940’lardan itibaren de Benjamin Siegel ve Meyer Lanski gibi eski gangster ve mafya liderleri Vegas’a daha sık uğramaya, yatırım yapmaya, oteller ve kumarhaneler açmaya başlamışlar. 1969 yılında hizmete giren ve bugün Las Vegas Hilton olarak bilinen 1512 odalı International Hotel ile beraber Las Vegas’ta mega resort oteller dönemi başlamış.

Strip_Las Vegas

Dünyanın “En…” Otelleri Strip’te

Las Vegas çölün ortasında ışıl ışıl parıldayan 600 bin nüfuslu bir şehir. Ancak birçok ziyaretçi için Las Vegas topu topu 6,5 kilometrelik bir caddeden ibaret. ‘Strip’ adı verilen bu caddeyi özel kılansa üzerinde yer alan oteller, kumarhaneler, gece kulüpleri, alışveriş ve eğlence merkezleri. Strip’te eğlence yılın 365 günü, günün de 24 saati dur durak bilmeden devam ediyor. Dünyanın en büyük, en pahalı, en çılgın otelleri, kumarhaneleri, restoranları, barları ve gece kulüpleri Strip üzerinde yer alıyor. Oda sayısı bakımından dünyanın en büyük yirmi beş otelinden on dokuzu burada. Caddedeki otellerin toplam oda sayısı 67 bin. Bu rakam, dünyada tek bir cadde üzerinde yer alan en fazla oda kapasitesi aynı zamanda.

Las Vegas’ın en büyük binası 2009 yılı sonunda MGM şirketi tarafından yapımı tamamlanan City Center. Yapımına 9,2 milyar dolar harcanan bu devasa kompleks Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en büyük bireysel yatırımı olma özelliğini taşıyor. Toplam 31 hektarlık bir alan üzerine kurulu City Center’da binlerce yatak kapasitesi olan çok katlı oteller, on binlerce müşteriyi aynı anda ağırlayabilecek kapasitede kumarhaneler, eğlence merkezleri ve restoranlar yer alıyor.

Hollywood stüdyolarından birisi olan Metro-Goldwyn-Mayer’in başharflerinden oluşan MGM şirketinin sahip olduğu bir diğer otel de dünyaca ünlü MGM Grand Oteli. Burası dünyanın en büyük oteli, tam dokuz bin çalışanı var. Yıllık ziyaretçi sayısı ise yüz binleri buluyor. Otelde toplam 6852 oda var; yani her gün farklı bir odada kalarak MGM Grand’da on sekiz yıl geçirmek mümkün. MGM Grand’ın simgesiyse, aynı zamanda firmanın da maskotu olan ve Hollywood filmlerinin başlangıç sahnelerinden hatırladığımız aslan. Leon aslı bu maskot aslanın 15 metre yüksekliğinde ve 45 ton ağırlığındaki bronz heykeli otelin önünde yer alıyor.

En büyük ve en masraflı yapılardan bahsetmişken en uzundan bahsetmemek olmaz. Las Vegas’ın en yüksek, Amerika kıtasının da beşinci yüksek yapısı olan Stratosphere, Strip’in kuzey ucunda yer alıyor. Stratosfer’i özel kılan ise 350 metre yüksekliğindeki kulesi. Kulenin en tepesinde ‘Big Shot’ adında dünyanın en yüksek eğlence treni bulunuyor. Stratosphere kulesinin yanında aynı adı taşıyan 2427 odalı bir otel ve kumarhane de bulunuyor.

Bellagio_Hotel_Strip_Las Vegas

Yetişkinlerin Disneyland’ı Kumarhaneler

Günümüzde Las Vegas, yılda ağırladığı 40 milyon ziyaretçiyle birçok ülkeye gelen toplam turist sayısını tek başına geride bırakacak derecede önemli bir eğlence merkezi. Dünyanın diğer turistik şehirlerinin aksine Las Vegas’ta gezilecek ve görülecek parklar, müzeler, anıtlar ve sergiler yok. Onun yerine oteller, kumarhaneler, alışveriş merkezleri, devasa akvaryumlar ve ışıltılı gösteriler var. Bir anlamda Las Vegas yetişkinlere özel bir Disneyland…

Las Vegas otellerinden belki en estetik olanı bir zamanların ünlü Dunes kumarhanesinin yerine yapılmış olan Bellagio. Göl kenarında yer alan İtalyan palazzolarının mimarisinden esinlenerek yapılmış olan otelin en önemli özelliği, ön taraftaki devasa havuzda her yarım saatte bir müzik eşliğinde gerçekleştirilen su ve ışık gösterisi. 1200 fıskiyenin kullanıldığı sistem için 75 milyon dolar harcanmış. Otel binasının içindeki en göz kamaştırıcı unsur girişteki tavanı kaplayan,  2000 el yapımı cam çiçekten oluşan “Como’nun Çiçekleri” adlı 190 metrekare büyüklüğündeki tavan süslemesi.

Bir diğer gösterişli otel olan Luxor, Mısır piramidine benzeyen mimarisiyle dikkati çekiyor. Luxor’un simgesi olan ve siyah piramidin tepesinden gökyüzüne doğru yayılan 40 milyar mum gücündeki ışık uzaydaki astronotlar tarafından dahi görülebiliyor. Otelin girişinde on kat yüksekliğinde devasa bir sfenks ve kumtaşından bir obelisk görenleri büyülüyor. İçerideyse firavun heykellerinden aslanlara ve gardiyanlara kadar Eski Mısır’ı çağrıştıran büyüleyici sembolleri görmek mümkün. Tabii Luxor’un içerisinde, İkinci Ramses’in Büyük Tapınağı’nın bir replikasının da olduğunu unutmayalım. Mandalay Bay ve Mirage otelleriyse devasa akvaryumlarıyla dikkati çekiyor. Mandalay Bay’deki ‘Shark Reef,’ aralarında dünyada az sayıda kaldığı bilinen sarı renkli timsahın da bulunduğu binlerce deniz canlısını barındırıyor. Mirage’ın resepsiyon bölümünde yer alan ve 80 bin litre tuzlu suyla doldurulmuş olan akvaryumdaysa Fiji Adası’ndan Kızıldeniz’e kadar altmış çeşit deniz canlısı bulunuyor.

New York-New York, dışarısında Empire State ve Chrysler gökdelenlerinin, Brooklyn Köprüsü’nün, Özgürlük Anıtı’nın birer minyatürlerinin bulunduğu, iç dekorunun ise Manhattan sokaklarını anımsattığı New York temalı bir otel ve kumarhane. Mağrip dekorlu Sahara, önünde gondolların dolaştığı Venetian ve Eyfel Kulesi’nin küçük bir benzerini barındıran Paris de Las Vegas’taki şehir konseptli diğer oteller. Tüm bunların dışında Treasure Island, Wynn Las Vegas,Circus Circus, Ceasar’s Palace, Flamingo, Excalibur gibi çok sayıda mega otel farklı temalar, ışık gösterileri ve şovlarla müşterilerin odak noktası olmaya çalışıyor.

Bellagio_Hotel_Strip_Las Vegas

Konusu Las Vegas olan her sinema filminde, her televizyon dizisinde, hatta her konuşmada duyulan bir cümlecik var: “Vegas’ta Olan Vegas’ta Kalır!” Las Vegas’ın bir “günahlar şehri” olduğunu ima eden gayrı resmi bir slogan aynı zamanda bu cümlecik. “Las Vegas’ta yaşananlar sizin peşinizden gelmez, her şey orada yaşanır ve biter” anlamını taşıyor. O yüzden siz de ilk fırsatta Las Vegas’ı ziyaret edin ve bu günahlar şehrinin büyülü dünyasında kaybolun. Kısa bir süreliğine de olsa gönlünüzce eğlenin, para harcayın, tüketin ve her şeyi Vegas’ta unutup gerçek yaşama dönün!

New York'ta Noel Başkadır

Amerika’da tatil, eğlence ve alışveriş havası her sene 31 Ekim günü kutlanan Cadılar Bayramı (Halloween) ile başlar, Kasım’ın son haftası bütün aile bireylerinin bir araya geldiği Şükran Günü (Thanksgiving Day) ile devam eder. Tüketimin en üst seviyeye çıktığı yılın bu son iki ayında Noel’in ve yılbaşı kutlamalarının yeri ise bambaşkadır. Amerika’nın hatta dünyanın hiçbir kentinde Noel ve yeni yıl, New York’taki kadar coşkulu kutlanmaz. Yeni yılı karşılamak için New York’a yapacağınız bir seyahat, adeta çocuk yıllarınızda izlediğiniz Noel temalı filmlerin içine girmek gibidir…

DÜNYANIN EN ÜNLÜ NOEL AĞACI ROCKEFELLER CENTER’DA

Noel’in ve yeni yılın yaklaştığını müjdeleyen bir şey varsa o da şüphesiz rengarenk süslenen çam ağaçları. Amerika’nın en büyük ve en ünlü yılbaşı çamı Manhattan Midtown’daki Rockefeller Center girişine yerleştirilen ve her sene ünlü simaların da katılımıyla ışıklandırılan dev ağaç. 1933 yılından beri süregelen bu gelenekte Kasım’ın son veya Aralık’ın ilk haftası dikilen çam ağacı Ocak ayı başına kadar ziyaretçi akınına uğruyor. Rockefeller Center’daki yılbaşı çamının üzerinde yaklaşık 30 bin adet ampul, cam küre ve kurdela bulunuyor. Ağacın etrafına sarılan aydınlatma kablolarının uzunluğu beş mil (sekiz kilometre), en tepesine yerleştirilen ve 25,000 Swarovski kristalinden oluşan yıldızın ağırlığıysa 340 kilogram. 77 yıldır süregelen gelenekte kullanılan en büyük ağaç, 1999 yılında süslenen 33 metrelik Avrupa Ladini. Devasa gökdelen Rockefeller Center’ın yanıbaşındaki dev yılbaşı çamı, hemen önüne kurulan buz pistinde kayan New Yorklularla beraber muhteşem bir Noel görüntüsü oluşturuyor (www.rockefellercenter.com).

MANHATTAN’DA ALIŞVERİŞ, EĞLENCE VE İLAHİ BİR ARADA

New York’ta yeni yıl arifesini büyülü bir hale dönüştüren diğer simgelerse Manhattan sokaklarına renk katan kırmızı şapkalı, aksakallı Noel Babalar, camekanları kar tanesi figürleriyle süslenmiş mağazalar, yılbaşı alışverişi için koşuşturan insanlar ve neşeli kilise koroları…

Noel zamanı New York’ta alışverişin kalbi Manhattan’da atıyor. Başta 5. Cadde olmak üzere Manhattan’daki mağazalar özel vitrin süslemeleriyle New Yorklular’ın ve turistlerin ilgi odağı oluyor. Saks, Cartier, Lord & Taylor, Louis Vitton gibi dünyaca ünlü markaların 5. Cadde’de en göz alıcı vitrini hazırlamak için on binlerce dolar para harcadıkları biliniyor. Ünlü tasarımcılara hazırlatılan Noel temalı vitrinlerde özellikle çocukların ilgisini çekecek ışık gösterileri düzenleniyor, kuklalar ve müziklerle Noel hikayeleri anlatılıyor. Zaman zaman dondurucu soğukta ve kar yağışı altında 5. Cadde’de koşuşturan binlerce ziyaretçi arasında ünlü aktörleri, müzisiyenleri ve sanatçıları da görmek mümkün (http://www.visit5thavenue.com/).

New York New York
New York New York by aftab @flickr

Esasında bir dini bayram olan Noel’in yılbaşıyla birleştirilerek bir eğlence ve alışveriş bayramına dönüşmesi son yüzyıl içerisinde gerçekleşti. Noel Bayramı’nın özünü daha iyi anlamak için New York’ta ziyaret edilebilecek yerlerin başında kiliseler geliyor. Hristiyanlık inancına göre İsa’nın doğduğu gün kabul edilen 25 Aralık günü kiliselerde özel törenler düzenleniyor. New York’taki ayinlerin en görkemlisi Manhattan’daki St. Patrick Katedrali’nde gerçekleşiyor. Noel haftasında özel olarak hazırlanan 150 yıllık bu kilise 25 Aralık akşamı ibadet edenlerin akınına uğruyor (http://www.saintpatrickscathedral.org/).

New York’ta Noel şarkıları dinlemek için illaki St. Patrick Katedrali’ni aramanız gerekmiyor. Noel zamanı onlarca kilise korosu, New Yorkluların da katılımıyla kentin dört bir yanında Noel ilahileri söylüyor. Daha profesyonel gruplar ise Manhattan’ın tanınmış konser salonlarında boy gösteriyorlar. Vienna Boys Korosu her yıl olduğu gibi bu sene de 12 Aralık günü Carnegie Hall’da (biletler 10-75 dolar arasında, http://www.carnegiehall.org) sahne alırken Harlem’in en iyi müzisyenlerinin katılımıyla gerçekleşen Candlelight Carol Festivali, 21 Aralık günü Riverside Kilisesi’nde izlenebilir (biletler 10-25 dolar arasında, www.theriversidechurchny.org). Genellikle kadın vokallerinin söylediği doğaçlama gospelleri izlemek için en uygun yer ise Harlem’deki kiliseler.

NOEL’DE İÇİNİZ ISINSIN: BUZ PATENİ VEYA OTOBÜSLE ŞEHİR TURU

New York sokaklarında Noel neşesi ve alışveriş çılgınlığı devam ederken sizi dondurucu bir soğuğun beklediğini unutmayın. New York’ta Aralık ve Ocak ayında sıcaklıklar genellikle sıfır derecenin altında seyrediyor ve zaman zaman da şiddetli kar fırtınaları yaşanıyor. Soğuk havadan ısınmak için iki seçenek var; ya bol bol hareket edip üşümemek, ya da bir otobüs camından New York’ta Noel’in tadını çıkarmak.

NY Snowing - Central Park Ice Skating
NY Snowing – Central Park Ice Skating by James Trosh @flickr

New York’ta hareket edip üşümemek için belki en güzel seçenek buz pateni. Her ne kadar New York’taki en ünlü buz paten pisti Rockefeller Center’in önünde yer alsa da küçük ve kalabalık olmasından dolayı burası buz pateni meraklıları tarafından çok tercih edilmiyor. Manhattan’da buz pateni yapmak için iki alternatif var. İlki, Midtown’da gökdelenler arasına sıkışmış Wollman Rink (buz pateni kirası dahil 20 dolar, http://www.wollmanskatingrink.com). Wollman Rink’te bir buz pateni okulu da bulunuyor. Ünlü Bryant Park Oteli ve New York Halk Kütüphanesi yakınındaki Bryant Park (www.bryantpark.org) ise Rockefeller Center’in iki katı büyüklüğü ve ücretsiz olması nedeniyle New Yorkluların tercih ettiği bir diğer buz paten pisti.

Soğuktan etkilenmeden New York’ta Noel’in tadını çıkarmak isteyenler için diğer bir seçenekse Amerika’nın ünlü otobüs firması Gray Line’ın düzenlediği Noel’e özel şehir turuna katılmak. New York’ta Noel temalı şehir turunda ziyaretçiler 5. Cadde, Rockefeller Center, Lord & Taylor gibi Noel’in tüm ışıltısının görülebileceği mekanları sıcacık otobüsün içerisinden izleyebiliyorlar. Ziyaretçiler istedikleri noktada inip dışarıda vakit geçirdikten sonra bir sonraki otobüsle yollarına devam edebiliyorlar. 3 Ocak gününe kadar her gün düzenlenen ve yaklaşık iki saat süren turların ücreti yetişkinler için 39, çocuklar içinse 29 dolar (www.newyorksightseeing.com).

NYC Times Square New Years Eve 2012
NYC Times Square New Years Eve 2012

YENİ YILI TIMES MEYDANI’NDA KARŞILAYIN

New York’ta yeni yıl kutlamasının tek bir adresi var: Times Meydanı. Broadway ve 7. Caddenin kesiştiği yerde bulunan ve 42 ila 47. Sokaklar arasında yer alan meydanda, 31 Aralık 1907 gününden bu yana tam 102 yıldır New York’taki en görkemli yılbaşı eğlencesi düzenleniyor (http://www.timessquarenyc.org/nye/).

Her sene 31 Aralık gecesi meydanda buluşan en az bir milyon ziyaretçi dondurucu soğuk altında saatlerce kristal kürenin açılacağı anı bekliyorlar. Waterfrod Kristali adı verilen, yaklaşık dört metre çapında ve 5391 kilogram ağırlığındaki küre, saatler tam 12’yi gösterdiğinde meydana indiriliyor ve milyonlarca konfetilerin Manhattan sokaklarına saçılıyor.

Bu kadar konfeti nereden geliyor diye düşünüyorsanız işte cevabı: Times Meydanı Ziyaretçi Merkezi’ne dünyanın dört bir yanından gelen notlar görevlilerce merkezin dışında kurulan “Yeni Yıl Dileği Duvarı”na yerleştiriliyor. Yılın son günlerinde toplanan yüzbinlerce dilek ve hayal parçalara ayrılarak birer konfeti halinde Waterford Kristali’nin içerisindeki yerini alıyor.